O değil de;

Son anketi yapmamın tek sebebi eğlenmekti. Eğlendim de. Bir bakıyorum 5 oy almış 4. şık, iki saat sonra tekrar bakıyorum hemen değişmiş oy. Bi bakıyorum 7 oy almış, sonra düşmüş 3e 4e... Valla çok eğlendim lan. Jeton sesi buralara kadar geldi hani.

İffetime göz diktiler

Sıkı dur, blogger olmanın altın kuralını açıklamak üzereyim. Evet açıklıyorum; yaz geldi mi dükkanı kapatıp gideceksin. Kural bu. Hiç bir mantıklı sebebi yok fakat, bir bloggerın sahip olması gereken en önemli vasıf bu. Eğer ki bunu yapmıyorsan, hiç ortalarda "ben bloggerım" diye gezinme, friendfeedinin açıklama bölümüne "king of the blog world" falan yazma yani.

1 aydır yazmama sebebimi, "en kral blogger benim" mesajıyla süsleyerek kaktırmaya çalıştığım bu giriş paragrafının ardından esas sebebe geçelim; vaktim olmuyor. Üzerinize afiyet İzmir'de bir bilişim şirketinde işe başladım da. Sabah 9 akşam 7 kod yazıp duruyorum. Bütün sene boyunca uykuya yattığım saatte (sabah 7) uyandığım, kahvaltı yaptığım saatte (akşam 10) yattığım için pek de "arada bloga uğrasam fena olmayacak hani" diyemiyorum. Takdir edersiniz ki, insanlığın %90'ının sahiplendiği "gündüz çalış/gece uyu" felsefesi bana pek uygun değil.

Kısacası günlerim çok yorucu geçiyor. Bu gelişmelerin, olumlu yönleri de yok değil hani. Misal, alkol kullanımını kontrol altına aldım. Artık "bak yarın işe gidicem, içmiyim o yüzden bu akşam" diyebiliyorum. Ama okul olsaydı yapar mıydım bunu? Koy götüne okulun :) Sigara da büyük ölçüde azaldı. Ofiste sigara içilmediğinden ve 20 dakkada bir dışarı çıkıp da "kaytaran yeni çocuk" gibi görünmek istemediğimden, çalıştığım süre boyunca en fazla 4 sigara içebiliyorum. Yıllardır parasını yediğim babama, ver'li değil de al'lı cümleler kurabiliyorum falan filan.

Birkaç şey daha yaptım. Misal, sosyal ağlardaki doktorceykil hesaplarımı kullanmayı bıraktım. Twitter ve Friendfeed'deki hesaplarımı artık takip etmeyeceğim. Onun yerine, adımsoyadım şeklinde hesaplar açtım. Diğer blogumu aktifleştirdim. İnternet, programlama, tasarım vs. gibi teknolojik konularda yazacağım orada. Burayı bırakmıyorum tabi ki :) Burası kişisel blogum sonuçta (belki ilerde adres değiştirebilirim ama). Teknoloji harici hemen herhaltı buraya yazacağım.

O değil de, esas şeyi anlatıcaktım ben. Sabah 8'de çıktım yola, dolmuş bekliyorum. Koduğumun dolmuşu gelmedi yarım saatte. O sırada bi tane Renault Transit yanaştı, nereye gittiğimi sordu. "Gülbahçe" dedim. "Atla Urla'ya kadar bırakayım" dedi. Eyvallah dedik bindik. Sonra isim misim, hoş beş. Dedi ki, "bi arkadaşa benzettim seni, geçmiştim döndüm geldim tekrar". E ne diyim şimdi, ehere mehere dedim geçtim. Sonra "buranın yerlisi misin", "hemşerim memleket nere", "okuyo musun", "nerde çalışıyosun", "işler nasıl" gibi birbiriyle yeni tanışmış her allahın kullunun soracağı fix sorulardan bir derleme sundu.

Derken olay "Aaa ben de Bodrum'da ticaret yapıyorum. Gelirsen görüşelim"e geldi. Baktım mevzu renk değiştiriyor, kapıya doğru yanaştım. Bir yandan da tetikteyim tabi, elini kolunu izliyorum. Otostopçu arkadaşlarımdan duyduğum "okşadı götveren" temalı hikayelerden ötürü, "uzat o elini de kırayım ağzını burnunu" diye düşünüyorum. Ama bir yandan da, "olm belki herif çok sıcak kanlı? belki samimiyet yapısında var? hemen önyargılı davranma" falan diye geveleyerek kendimi frenlemeye çalışıyorum. İneceğim yere 1-2 kilometre var yok, "vaktin varsa bişeyler içelim" demez mi? Dedim, "çek kenara, iniyorum ben". Amınakoduğumun evladına bak hele. Sabahın 8'inde, eşcinsel bir fahişenin, elinde laptop çantasıyla işe çıkma ihtimali kaçtır yavşak?

Bi daha sikseler binmem (hoş, binersem de sikecekler :D ironiye gel), 1.5 saat dolmuş beklerim yine de binmem. Hayır, götü her türlü korurum problem o değil de, kırsam ağzını burnunu, polis gelse sonra, bu yavşak dese ki "yardımcı olayım, gideceği yer yolumun üstündeydi bırakayım dedim. bindi. para istedi, vermeyince ağzımı burnumu kırdı", al başına belayı. Ondan sonra anlat derdini anlatabiliyorsan.

Bu tarz aksiyonlar yaşamasam, bi halt yazamıycam bloga heralde lan.
 
twitter da kullanıyorum