Ne badireler atlattı bu bünye...

Saat 14:20. Elektrik faturası borcunu ödemiş, daha yeni girmişim eve. Bilgisayar başında oturuyorum, derken telefon çalıyor. "0222 bilmemne bilmemne".. Normalde bilmediğim numaraları, özellikle sabit hatları açmam. Beni sabit hattan arayan ya borcumu söylüyor ya da yanlış kişiyi aramış oluyor çünkü. 222'yi görünce açtım telefonu;
- Merhaba Ceykıl Bey. Fen Fakültesi Öğrenci İşleri'nden arıyorum.
+ Merhaba, buyrun.
- Harcınızı yatırmışsınız, derslerinizi seçmişsiniz fakat danışmanınıza onaylatmamışsınız.
+ Haa.. Evet.. Şehir dışındaydım perşembe günü, yeni geldiğim için onaylatamadım henüz (yalan). Yarın onaylatırım danışmanıma.
- Malesef danışmanınızın yapabileceği birşey yok şu durumda. Kaydınız yenilenmemiş gözüküyor sistemde. Yarın gelip, dekanlığa mazeret dilekçesi yazacaksınız. Mazeretiniz incelenecek, kabul görmemesi durumunda ilişiğiniz kesilecek malesef.
+ Hö... Ha... Peki tamam, teşekkür ederim... (ilgili smiley)

"İlişiğiniz kesilecek..cek..cek..cek..cek....". Napıcam lan şimdi ben? Okuldan atıcaz diyo herifler, hassiktir yaa...

Akşam oldu. MSN'e girer girmez, arkadaşa anlattım mevzuyu. Önce güldü epey, sonra hafiften bi suçluluk hisseder gibi oldu. Çarşamba akşamı konuşmuştuk, perşembe beraber gidecektik okula. Perşembe günü, annesi Bursa'ya dönecek, o yüzden dedi ki "sen gelirsin bize, annemin eşyalarını kampüsün önüne kadar taşırız, ordan otobüse biner. Biz de yol alırız fakülteye doğru". Güzel bi plandı. Ta kii, annesi bileti 5e alıncaya kadar. Parayı yatırmışız, dersleri seçmişiz, danışman sadece sisteme girip 1 tık atacak o kadar diye düşünerekten gitmedik tabi okula. Akşam ona geçtim, maç izlemeye gittik, alkol aldık dolayısıyla. Cuma öğlen uyanınca, akşamdan kalma olduğum için gidesim gelmedi okula. Yalan oldu yani mevzu. Şimdi hikayenin bu kısmında arkadaşın da payı olduğu için, ufaktan bir suçluluk duygusu uyandı bünyesinde, çözüm aramaya başladık.

En garanti yöntem rapor ayarlamaktı. Eş dostla iletişime geçildi, geçmiş tarihe ait rapor verilemediği gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpıldı, gözlerimiz doldu, burnumuz aktı, yanaklarımız kızardı falan... Harıl harıl bahane aramaya başladık sonra. "Ailevi problemler geçerli bir mazeretmiş hacı" dedi. Senaryo yazıldı; "Annem ile babam boşanma noktasına gelmiş, sürekli kavga ediyorlar. Benden küçük kardeşim de var, dolayısıyla ekle-sil haftasında İzmir'e gidip bu sorunla uğraştım". İşe yarar damgasını yedi plan. Biraz daha detay, somut kanıt katmak için düşünüyoruz. Bir başka acı gerçekle karşı karşıya kalıyorum tabi o sırada; mevzuya aileyi de dahil etmek gerekiyor. Haber vermek, durumu izah etmek, yalan söylemelerini istemek lazım. Annemi ayarlarım ama ya babam? Böyle zamanlarda asker yüzünü görüyorum babamın, hatta apoletindeki yıldızlar kondomsuz orgy partisi sonucu hamile kalmış gibi 3er 5er çoğalıyorlar. Bunun üzerine vazgeçtik bu plandan, annemi de dahil etmemek, omuzlarına babama yalan söylemek zorunda kalmak yükünü bindirmemenin en mantıklı şey olduğuna karar verdim.

Mevcut senaryoları harmanlayıp yeni birşey ortaya çıkardım; "İzmir'den döndüğümde hastaydım, dönüşümden 2 gün önce sağlık ocağına gittim, sağlık kayıtlarını kontrol edip onaylayabilirler. Evde tek başıma yaşadığım için, yemek yapanım edenim yok ve hastalığım ilerliyor kendimi koruyamadığım için. Dolayısıyla Togan, Bozüyükteki ailesinin evine çağırıyor beni, annesi çorba yapıyor bakıyor bana falan. Yani hem hasta hem de şehir dışındaydım o tarihler arasında.". Danışmana haber vermeme sebebim ise, daha önce sistemden attığım mesaja cevap vermemesi ve benim "mesajlarını okumuyor ibne" düşüncesine hakim olmam, dolayısıyla iletişime geçmiyorum kendisiyle. Togan'ı arıyorum, olayları ve senaryoyu anlatıyorum. Annesini ayarlayacağını söylüyor, geçmiş olsun diyor ve kapatıyorum.

Ertesi gün 7:30'da kalkmak zorunda olduğum için saat 12 olur olmaz yatıyorum. Dön dur yatakta.. Kafamdaki düşünceler o kadar yoğun ve can yakıcı ki, uyuyamıyorum saat 3e kadar. Okuldan atıldığımı aileye açıklamak düşüncesi ölümcül zaten. Babam, kafadan 1 ay suratıma bakmaz. İzmir'e ailemin yanına dönmek zorunda kalırım (ki 1.5 senedir tek başıma yaşıyorum. Aile yanında yaşamak rahatsız ediyor artık beni.). Hergün büroya gitmek zorunda kalırım, yaşantım boka batar. Ölümcül 1 ayın sonunda, babam uzuuuun bi süre her fırsatta yüzüme çarpar bu mevzuyu. İşin içine askerlik girer (lan daha yaşım kaç başım kaç!). O yüzden, ÖSS mevzusu gündeme gelir, açık öğretim bilmemne... Dersane mevzuları... Ölümcül kombo... Off off! Gel de uyu!

Saat 3 gibi dalıyorum uykuya. 6:30'da uyanıyorum. Aradaki 3 saatte, hatırladığım 4-5 kadar rüya var ve hepsinde babam ve apoletleri ağzıma sıçıyorlar. Uyanınca duşa giriyorum bi, tırnaklarımı kesiyorum falan. Kişisel bakım şeysi.. Gömlek giyiyorum, düzgün bi şekilde çıkayım büyükbaşların karşısına diye. Birşeyler atıştırıyorum ve ardından biraz rahatlamak için oyun oynuyorum. Bir tabur adam öldürmek rahatlatıyoru biraz da olsa.

Saat 9, öğrenci işlerinin kapısını çalıyorum. Yanımda Togan var. Dilekçeyi yazıyorum, "danışmanına imzalattır, getir onaylayım kaydını" diyorlar. Şok! Öyle bir rahatlıyorum ki anlatamam. Koşa koşa danışmanın odasına çıkıyorum, kapı kilitli. Küfrediyorum ama, çok rahatım "bekleriz ooooolum nolcak yauuvv" diyorum sırıtarak Togan'a. Geziniyoruz, sigara falan içiyoruz, o derse giriyor, ben danışman yokluyorum ara sıra. Saat 12:30 gibi danışman geliyor. Durumu anlatıyorum, ağzıma sıçıyor. Herkesin mesajına geri dönüş yapmak zorunda değilmişmiş, ben ona bir şekilde ulaşmak zorundaymışım bilmem ne... "Bu ne böyle ilköğretim çocuğu yazısı gibi? Git bi daha yaz!" diyor yazı stilimi beğenmediği için ve yolluyor beni. Lan, el aynı el, yazınca yine aynı şekilde yazıcam!

Bilgisayar laboratuvarına gidiyorum, yazıyorum dilekçeyi, printer bozuk. Başka bi laboratuvara gidip bi daha yazıyorum, kağıt yok.. "Anasını sattığımın okulunda çıktı alabileceğim bi yer yok mu laaaan?" diye homurdanarak, başka bi laboratuvara gidip zar zor alıyorum çıktıyı. Danışmana götürüyorum, "napıcam şimdi ben?" diyor. "İmzalayacakmışsınız, öyle dediler öğrenci işlerinden" diyorum, "senin dilekçene ben niye imza atıyorum benim dilekçem değil ki bu?!" diyor ve bol ünvanlı (yrd.prof.doç.dr.öğrt.gör.am.sik.göt.) bir başka danışmana danışıyor. "Dekan yardımcısıyla görüş" diyor kadın. Yok ebesinin amı ali sami! Dekan mekan, ne iş olm? Karıştırmasanıza büyükleri işin içine...

İyice yusuf atıyorum. "Bölüm başkanıyla görüşelim bari, dekan mekan sallamazlar pek, kötü olur" diyor danışman. 13:30'a kadar bölüm başkanını bekliyoruz. Gidiyor odasına konuşmaya, ben danışmanın odasındayım. 15 dk boyunca yalnızım, bekliyorum odada. Kafayı sıyırmak üzereyim, anlatamam. Sonunda geliyor danışman, yüzüme bakıyor (bembeyaz kesilmişim), bi bardak su veriyor ve gülmeye başlıyor: "hadi yine iyisin auhauhauh !! kehkehkeh !! hohohahahöhöhihi !!". Bir başka eek anı yaşıyorum. Yazdığı dilekçeyi de alıp öğrenci işlerine iniyorum. Kadın diyor ki;
- Ben de ümidi kesmiştim, gelmeyeceksin sandım.
+ (Dilekçeleri uzatıyorum)
- Hahahah! Niye dilekçe yazdırdın ki danışmanına? Senin dilekçenin altında tik ataydı, adını yazmasaydı bile olurdu kehkehkeh!
+ Heheh.. Hadi ya.. Ha.. Yapmışken tam olsun dedim :p (ananıavradınıgelmişinigeçmişinisoyunusopunu... danışman!)
- Önümüzdeki dönem ilk sen yaptırırsın artık kaydını hahah :D
+ Heheh, keh keh..

Görkemler'e geçiyorum Togan'la. 2 tane uyku ilacı alıyorum, eve gelip hapları atıyorum. 2.5 saat mola vererek toplamda 19 saat uyuyorum sonra...
Biraz uzun oldu gibi sanki? Neyse, 100. postun şerefine olsun o kadarcık.

kulakpası #6


10 Years - So long, good-bye
Dinleyesim geldi birden. Sabahın 9unda, kahvemi yudumlarken iyi geldi.

Kediler de küfreder



Muhteşem yav, kedi olsam bu kadar küfredemezdim heralde :D

Errrr, ear rape!

Sahip olduğumuz özelliklerin büyük kısmı malesef "basic plan"de bulunmuyor. Çoğu yeteneğimizi sonradan geliştiriyoruz. Hatta hiç yeteneğimiz olmadığı halde başarabildiğimiz, yoktan var edebildiğimiz şeyler de var. Ama "müzik kulağı" bunlardan birisi değil malesef. Yetenek yoksa olmuyor, öncelikle bunun farkına varılması lazım.

Buraya kadar tamamız. Peki niye yazdım ben bunu? Az önce Daft Punk'ın Technologic'inin mash-uplarını kurcalıyordum Youtube'da, malesef duymamam gereken şeyler duydum. Hatunun biri (DJ by_BursaLee kıvamında birisi), Rihanna'nın bir şarkısı ile karıştırmış Technologic'i. Lanet olsun, olamaz böyle bir rezalet. İlk verdiğim tepki "kulakları yok mu lan bu karının?!" oldu. Aslında bu 3. tepkim falandı. İlk ikisi hardcore küfürlerden oluşuyordu. Şimdi sizi bu rezaletle baş başa bırakıyorum, içinizde eline "Virtual DJ" geçirip de "ou ye dicey olcam hohoho" diyen varsa hemen vazgeçsin diye. Ya da vazgeçmesin (vazgeçmesi kendi yararına), en azından halka açık yerlerde paylaşmasın ki insanlık yararına birşeyler yapmış olsun.

müzikçi ağbilerim, ablalarım...

Sean Paul'un Feel Alright'ındaki "dııt!dındın, dıt!dındın" beatini ilk başlarda çok sevmiştik. Çok gazdı, feci kopkoptu, falandı ve aynı zamanda da filandı. Ama daha sonra hemen her remixte altyapıya dayandığı için, bıktık. Son noktayı Mahsun Kırmızıgül koydu Dinle isimli şarkısıyla.

Geçen yaz bir Inna'mız oldu ki dillere destan. Gerek klip (özellikle klip) gerek müzik olarak hoştu. Barda pavyonda, sahilde dolmuşta, her yerde dinledik. Hot, feci patladı. Sonra kalktınız Love diye bir şarkı koydunuz önümüze, oh oh ne güzel dedik, bi dinledik "hassiktir" olduk. Zira bu şarkı Love falan değildi, bariz Hot'tı. Yine sıkıldık, yine bay geldi, bıkkınlık ve gına ikilisi izledi bu durumu.

"Aha! Valla tuttu lan" dediğiniz şeyleri, sürekli önümüze sürmekten vazgeçin lan. Nolur. Papaz her gün pilav yemiyor, zorlamayın.
Herşey nostalji olsun diye Fell Alright dinlememle başladı. Tutamadım kendimi. Yıllardır yazasım vardı bununla ilgili, bugüne nasipmiş.

Maceradan maceraya koşarım, acımam!

Sıradan bir gündü. Okuldan yeni dönmüş, üzerimdekileri bi kenara fırlatıp duşa girmiştim. Bir süre duşta takılıp rahatladıktan sonra, ıslak ıslak kanepeye uzanmış, bir yandan saçlarımı kuruluyor bir yandan da maillerime bakıyordum. Her zamanki gibi MSN'e girip çevrimiçi oldum. İşte o an herşey değişti... Hayır, hiç bi sik değişmedi, çünkü sıradan bir gün değildi bu. Sıradan günlerde ne okula gider, ne MSN'de çevrimiçi olur, ne de ıslak ıslak kanepeye uzanırdım ben. Gün içinde duş bile almaz, gecenin 2si 3ü gibi, yatmadan önce girerdim ki mışıl mışıl uyuyabileyim.

Sıradışı bir gündü. 2 arkadaşımla buluşup okula gittim. Seçtiğim dersleri onaylatmak gibi bir amacım vardı, dolayısıyla danışmanımla görüştüm. Bu döneme dair, feci gaz verdi kendisi. "Program yazabiliyorsan şu şu dersleri kolayca geçersin" dedi, yetti bana bu gaz. Ardından, kantinden tost aldım. Kantin ucuzmuş. Şaşırdım. Başka bir ilk daha yaşayacağımdan bihaber olarak yürümeye devam ediyordum. Bir süre sonra bir binanın önünde durduk, aman tanrım kütüphanenin önünde dikiliyordum! Ohaydı, yuhaydı ve de hassiktirdi bu durum. Zira ben, ortaokuldaki boş dersler dışında hiç kütüphaneye gitmemiştim, ki önünde durduğum binanın bizim sikindirik ilköğretim kitaplığıyla aynı paragrafta isimlerinin geçmesi bile fantastik bir olaydı. Kütüphaneye girmek üzere olmak yeterince heyecan verici değilmiş gibi, KÜL199 dersine ait bir fotoğraf sergisine öğrenci kartımı dıtlatarak ("dakkabirgolbir" tabiriyle) sıradan bir öğrenci sorumluluğunu yerine getirmiştim. Kalbim güpgüplemeyi bırakmış dumtraktrakdutektekteketek'lemeye başlamıştı.

Hızımı alamayıp, kütüphaneye de girdim. 4 katlı bir kütüphanemiz varmış, şoke oldum. 2. kattaki "çalışma odası" başlığı altında sıralanmış, 6-7 metrekarelik kutu kadar odalar ve burada kamera bulunmayışı düşüncesi aşırı bir serbestlikte çağrışarak, gözümün önüne bir sürü hd kalitesinde "horny milf fucks her innocent student" başlıklı video kareleri geçirdi. Yavşak yavşak sırıtarak 4. kata geldiğimde, asırlık gazete arşivlerinin arasında ne kadar da küçük ve değersiz olduğumu hissettim. Yapacağım ilk iş 1980 Eylülü'ne ait gazeteleri bulup kurcalamak olmalıydı, öyle de oldu. 11-15 Eylül aralığı vahşice yırtılıp atılmıştı. Arada bazı resimler kesilmiş falandı. Basılı yayınla olan yakınlığımın Lombak, Kemik, Penguen, Uykusuz gibi mizah dergileri ve liseye kadar zorla okutulan klasiklerden ileri gitmemesine rağmen, bu yapılanın bir hayvanlık örneği olduğunu ben dahi idrak edebiliyordum. Sinirlendim, hatta küfrettim. Görevli genç "şşşş" yaptı, utandım. Kütüphanede niye küfrediyordum? Hem de bağırarak... Aferindi bana. Neyse ki olayı çabuk atlatmıştım. Zira orada bulunma amacımız 89 Martı'na ait gazeteleri bularak, eşlik ettiğim arkadaşlarımdan bir tanesinin manitasına vereceği doğum günü hediyesini hazırlamasına yardım etmekti.

Gazeteleri bulup, 4 kat aşağı indirerek, fotokopilerini çektirdik. Görev tamamlanmıştı ve artık evlerimize gitmekte özgürdük. Yaşadığımız ve paylaştığımız o duygu ve heyecan yüklü saatlerin ardından ayrılmamız kolay olmayacaktı. O yüzden, arkadaşlarımdan birinin evine gittik. Kahve ikram etti. Ayaklarımı uzatmış Arka Sokaklar'ın tekrar bölümlerinden birini izliyordum. Televizyon izlemek, özellikle okuldan dönüp Arka Sokaklar'ı izlemek 1.5 senedir yapmadığım bir aktiviteydi, bu bile heyecanlandırmıştı beni.

Veda saati yaklaşıyordu. Togan uyuklamaya başlamış, Görkem'in ise karnı gurulduyordu. Sarılarak vedalaştık, gözlerim dolu dolu oldu. Eve dönüş yolunda, kulaklığımı taktım ve durumla alakasız olarak Rammstein - Ich Du Dir Weh çalıyordu. Sözlerini anlamadığım bu şarkının eşliğinde, yüzümde eblek bir gülümsemeyle gün batımında kayboldum.
Eve geldiğim zaman çok yorulduğumu farkedip, "ne skime o kadar dolaştın lan" diye kendime küfrede küfrede duşa girdim. Evet, gerçekten sıradışı bir gündü.

İnsanlar kışın ne yiyor?

Ulan bi pazara gideyim, şu sıkıntılı günlerde ekonomi yapayım dedim, yok.. Her yer pırasa, karnıbahar, kereviz kaynıyor. Niye kışın doğru düzgün sebze yok lan? Zaten hazetmiyorum otlardan, tavuğun kilosu olmuş 10 lira, mecburen alayım bişeyler dedim. Yok arkadaş yok... Bidaha pazara falan gitmiycem kışın. Ciddi ciddi ne yiyosunuz kışın? Tavsiye, öneri falan babında hoş olurdu hani..

Yetersiz Ulvi

Size özel teklifimiz var

İnsanlar her zaman özel olduklarını hissetmek isterler. Firmalar da bu açığı kullanarak, sürekli müşterilerine özel teklifler yapıyorlar. İyi, güzel de biraz üsturuplu yapmak lazım bu özel teklifleri. Hepsiburada, zırt pırt indirim mailleri atıyor. Bu da güzel bişey, ama evinde bozuk bir 37 ekran televizyonu olan, 7 aylık telefon faturası borcu yüzünden ihtarname yemiş bir insanevladına 3 milyarlık lcd televizyon, 1.5 milyarlık ev sineması sistemi teklifi yollamak da çok abzürd. Neye göre karar veriyorlar bilmiyorum ama her mailde küfrediyorum. Demiyorlar ki, "ulan bu herif sürekli cep telefonlarını geziyor, şuna eli yüzü düzgün bi telefonda bi %20-30 indirim yapalım, gezip duruyor ihtiyacı var herhal". Yollasınlar makul bişeyler, alalım. Böyle de olmaz ki lan.

Ha bi de sık sık ingilizce eğitim seti indirimi yapıyorlar. Lan ben ingilizce biliyorum, yollamayın böyle şeyler... Cep telefonu, taşınabilir harddisk gibi şeylerde indirim yapın bana.

kulakpası #5

Teoman yorumuyla öğrendim bu şarkıyı, ama bu hali çok daha güzelmiş. Daha bi içten geldi ne bileyim.

kulakpası #4

Things are never what they seem, can't explain the reasons why
The illusions that we see, the many faces of our lives
When you find it hard to breathe, never keep it all inside
Which one should I be, the many faces of our lives

1 mb eşittir 1024 kb diye gidiyor...

Herşey Gmail'in bir maile en fazla 25mb dosya eklemeye izin verdiğini öğrenmemle başladı. Olaylar o kadar hızlı gelişti ki, engelleme girişiminde dahi bulunamadım. Bi arkadaşa 36mblık bir dosya yollamam icap etmişti ve limit 25mb idi. Aklı selim her insan gibi ben de winrar ile 2-3 parta böleyim, parça parça yollarım diye düşündüm.

Winrarın da şöyle bir mallığı var, kaça bölelim demiyor da kaçar kaçar bölelim diyor. 10000 yazıverdim ortalama 10mb olsun partlar diye. 15 saniye sonra masaüstünde 38 tane part oluştu, bilgisayar kasım kasım kasmaya başladı. Jeton o zaman düştü, 36mblık dosyayı 10ar kb parçalara bölmüşüm :| Vay amınakoyim nasıl yaptım böyle bir mallığı...

Explorer kendinden geçti, paso hata veriyor. MSDos'tan manuel olarak sileyim bikaç partı dedim. Evet, teker teker komut vererek 500 küsur part sildim. Totalde 3900 küsur part oluşmuş. Saat gecenin 3ü, 1 şişe şarap içmişim, 2. bira bitmek üzere, ben mal mal dosya siliyorum 3900dan geriye doğru... Sonrasında tekrar vindovzu açıp bi haltlar yiyerek hepsini sildim, fakat explorer bi kere yemiş yarrağı, düzelir mi? Mecburen format attım. Anca bitti işim gücüm...

Eyy Microsoft çalışanları! Ulan o kadar adamsınız, lüksün lüksü hayat sürüyosunuz, millet eski banknotları bankaya götürüp değiştirtirken siz şömineye atıyosunuz, ama 3-5 ekstra dosya görünce apışmayan explorer.exe yapamıyorsunuz. Sokayım sizin diplomanıza, kariyerinize, iş ahlakınıza...

Döverim ulen!

"Hiç bişey yazamıyorum anasını satiyim" diyerekten hayıflandığım şu günlerde, bişey olsa da yazsam diye gözlerimi açmış, etrafı dikizlerken sonunda yazacak birşey geçti elime. Malumunuz, ben içen bir insanım (evet, insanım). İzmir'e gelmiş olmanın verdiği bir "hesap babamdan nasıl olsa" düşüncesiyle her gece içer oldum. Dün gece de yine, oturmuşuz 4 kişi masaya, bir de aile dostumuz Ali dede geldi, demleniyoruz. Hadi dedik, kalkalım türkü bara gidelim. Ayıdan bozma kardeşim, ambudalası Emre'yi de aradım "10 dk sonra alıyoruz lan seni, çık kapıya" dedim. Atladık arabaya, aldık ambudalasını da. Yollandık türkü bara.

Mekanda çalan kişiler, babamların bir sene boyunca her haftasonu gidip dinledikleri kişiler. Dolayısıyla bi samimiyet, muhabbet var arada. Şarkılar türküler, alkol falan... Keyifler gıcır. İstek yapıyoruz, çalıyorlar, söylüyoruz falan, muhteşem yani. Kalabalık olduğumuzdan dolayı, ben bu ambudalasını önden götüreyim bırakayım eve, sonra döner bizimkileri alırım diye düşündüm. Saat 1e çeyrek kala çıktık biz, çorbacıya doğru yollandık. Sonra bıraktım Emre'yi eve. Yolun yarısındayken telefon çaldı "acele et ortalık karıştı" dedi kardeşim. Acele tarafından gittim, baktım ortalık sakin.

Oturdum, durum raporunu alıyorum kardeşimden. Arka tarafta masada oturan 3 eleman, oyun havası istemiş. Müzisyenler saat 1 de bırakıyorlar çalmayı, sonra mekan kapanıyor zaten. Bağlama çalan eleman da demiş ki "oyun havası çalamam, 2 tane slow parça çalıp kalkıcaz zaten.", oyun havası çalarlarsa arkasının geleceğini, kalkamayacaklarını biliyor o da. İstekte bulunan dallamalar artistlenmiş sonra, bağırıp çağırmışlar. Ali dede (ki kendisi 64 yaşında) kalkmış masalarına gitmiş, konuşmuş "gençler bi dahaki sefere, aile var, bağırmayın" formatında. Anlaşmışlar, ben geldiğimde dingindi zaten ortalık.

Tam kalkıcaz, bu heriflerin masasının önünden geçmek durumundayız, ne oldu görmedim, birden bir kargaşa oldu. Herkes birbirine girdi. İlk geldiğimizde bizim haricimizde 2 masa daha vardı, birinde tanıdıklar, diğerinde de bir grup genç oturuyordu. Hep beraber eğleniyoruz falan, şimdi kavga çıkınca bu dallamalar 3 kişi kaldılar, biz 3 masayız. Babam önde, ben kardeşim ve annemle aradayım, arkadan da gençler yardırıyorlar. Annemi sakin bir köşeye götürdüm, bir baktım kardeşim bağırıyor "bırakın lan babamı orospu evlatları" diye (sesini de kalınlaştırmış göt :D). Kan beynime sıçradı tabi, koştum yardırdım, çektim babamı. Babama kitleyen eleman küfrediyor "sikerim lan seni" diye babama. Ohohohoooyt iyice dellendim ben, "yavaş sik götveren" diyerekten göğsüne koyduğum 47 numara ayağımla haşince fırlattım kendisini. Bundan sonraki görevim aile güvenliğini sağlamak oldu.

Babamı annemin yanına yerleştirdikten sonra, sıra geldi elinde şişeyle dolaşan Ali dedeyi kontrol altına almaya. Kafası taşak gibi, haklı olarak da sinirli, iyice delirdi. Bi şişeyi alıyoruz elinden, kenara koyarken, o başka bi tane bulup alıyor eline. Onu ayırıyorum kenara, bu sefer götverenin teki geliyor saldırıyor, onu tokatlıyorum, bu sefer Ali dede dalıyor... En son Ali dede koştu mutfağa, kol gibi bi bıçak kaptı yardırıyor. Dur mur diyorum dinlemiyor. "Dikkat et bana saplama o bıçağı" dedim, kucakladım, mutfağın karşısındaki küçük odaya bırakıp kitledim kapıyı. O içerde ayrı deliriyor, diğer götoşlar dışarda ayrı deliriyor. En son polis geldi, ibnetorlar kaçmış o arada. Ali dede sakinleşti, "şikayetçiyim" dedi. Mekandan dışarı çıktık kardeşim, ben ve Ali dede (karakola gidicez). Kapıda, o ibnetorların bir arkadaşı vardı, hep ayırmaya çalışıyordu falan. Anlaştılar polisin önünde neyse, şikayetten vazgeçti Ali dede.

Ali dedeyi içeri soktuk, polis gidince götverenler sokaktan baş gösterdi koşa koşa geliyorlar. Haydaaa, bi daha... Mekanın kapısını kitledik. Kardeşim, ben, bizim gençlerden ikisi, yan masadan İlkay abi dışardayız, elemanları postalıycaz. Derken, esas kavgayı çıkartan piç, gençlerden bir tanesine bir yumuldu, ayırmaya çalışıyoruz, ayrılmıyorlar. Gencin burnu kırıldı. O noktadan sonra sinirler iyice gerildi, zaten 3 kişilerdi, dövüverdik caddenin ortasında. Seküriti Ceykıl, güvenliği sağladıktan sonra oldu Şöför Ceykıl. Ali dedeyi evine bıraktık, sonra geldik eve.

Gecenin sonunda bir durum değerlendirmesi yaptık annemlerle;
  • Babamın gözlüğü kaybolmuş.
  • Gençlerden birinin burnu kırıldı.
  • Sarhoş insanları dövmek çok eğlenceli ve kolaymış onu öğrendim.
  • O kargaşa da hesap kaynamıştır diye seviniyordum ki, polisi aramayı bile akıl edemeyen mekan sahibi, hesabı ortam gerilir gerilmez almış bile.
  • Ambudalasını evine bıraktığım için sevinçliydim. Eğer bırakmasaydık, kesin kan çıkartırdı o. Olay daha da büyürdü. Pek uzlaşmacı bir tip değildir de :)
  • Gencinden değil, görmüş geçirmişinden korkacaksın onu öğrendim. 64lük Ali dede, tozunu attırdı ortalığın.
  • Kavga isteyen adama bahane çok, sikko sebeplerden giriyorlar birbirlerine.
  • Tanımadığın adama sataş da, tanıdığına sataşırsan, işsiz kalabilirsin. Pazartesi olayı farklı platformlarda, totoşların zararına sonlandıracakmış babam.
Öyle işte, bol aksiyonlu bir gece geçirdik. Hiç bar kavgasına katılmamıştım, değişiklik oldu benim için de.

kulakpası #3

Badem - Bir an için
Şarkı hoş, 3. kadehi devirirken inceden inceden işliyor. Tam tribe girmelik işte... Tripten çıkmak için de "biran için" diyerek iğrençleşiyorum. İşe yarıyor.

lanlanlan?!

deli gibi yazasım var ama bi türlü toparlayamıyorum kafamı. bir ordan giriyorum bir ordan giriyorum, sonra siliyorum alayını. sinirim bozuldu anasını satiyim.
yazmak isteyip de yazamamak ne kadar sinir bozucu biliyo musun? muhtemelen biliyosundur, sen de bloggersın zira. haftalardır bi hikaye denemesi yazayım diyorum, ya konu buluyorum işleyemiyorum, ya da yazdıktan sonra "hasiktir, bilmemkiminfilmi'nin aynısı olmuş lan bu :|" diyip siliyorum.
niye yazamıyorum lan? niye?!

döneyazdım

uzun süredir birşeyler yazamıyordum. eskişehirdeyken keyfim olmadı, izmire gelince internet bulamadım falan filan. bi ton tantana. bugün internet problemini aştık. az kaldı, döncem. bissürü şeyler yazcam (yani öyle şeyediyorum). beklemede kalın.

ha bu arada, bu verimsiz zamanımda beni yalnız bırakmayan takipçilerime hürmetlerimi sunarken, bi üye olup bi çıkan sürekli 60-61 arası sayıyı oynatan kişilere kin güdüyorum. haberiniz ola.
 
twitter da kullanıyorum